Uzun Ömer’den Ferhan Ustaya
Uzun Ömer’den Ferhan Ustaya: Güle güle Godot!
Gidenin ardından yazmak acı geliyor bana. Şimdi buradaydı, gitti. Artık onu göremeyeceğim / göremeyeceğiz…
Acı. Gerçekten acı. Elbette yaptıklarıyla, birlikte geçirilen anlarla anımsanacaktır kişi ama, kimse kendini kandırmasın, aynı olmayacaktır hiçbir şey.
Sevdiklerimizle paylaştıklarımız, alıp verdiklerimiz bir bir silinecektir gözümüzün önünden, belleğimizden… Bir öykü, yok yok, yaşanıp yaşanmadığı belli olmayan bir masal olacaktır hepsi.
Kara bir resim mi çiziyorum?
Hayır, sanmıyorum. Sevdiklerimizi birlikte yaşadıklarımızla belleğimizde yaşatabiliriz belki. Hele bugünkü uygulayımsal olanaklarla görüntülü olarak da gözümüzün önüne getirebiliriz. Anma günleri, geceleri de düzenleyebiliriz.
Ama işte; artık o, orada yoktur…
Ferhan Ustaya ilişkin yazmak daha önce yitirmiş olduğum dostlarda olduğu gibi bir burukluk bırakıyor bende.
Ferhan Ustayla uzun soluklu bir ilişkimiz olmadı. Ama onun, birçok kişinin yaşamında olduğu gibi benim yaşamımda da önemli bir yeri vardı. Birçok kişinin yaşamına dokunduğu gibi benim de yaşamıma önemli dokunuşlarda bulundu.
Tıpkı bir Aziz Nesin gibi, tıpkı bir İlhan Selçuk gibi, tıpkı Osman Bolulu ya da Engin Aşkın gibi… Ve daha niceleri…
Bizi biz yapan ya da beni ben yapan… Gerçekte bu ‘ben’i oldum olası sevmem. Osman Bolulu’nun, Muharrem Ertaş’ın dediği gibi, ‘benden öncekilerin bir devamıyım ben’… O nedenle ‘biz’ benim için çok daha değerli. Çünkü biz, bizden öncekilerin bir birikimiyiz.
Biliyorum, günümüzde ‘bizlik’ tu-kaka olmuş durumda. Toplumsallık ‘avut’, bireyselcilik ‘inn’…
Türkçesi: ‘Toplumsallık’ dışarı, şimdi ‘bireyselcilik’ gelsin!.. Ya da ‘toplumsalcılık’ artık geçerli değil, şimdi gözde olan ‘bireyselcilik’…
Ben de, ben; ben de, ben…
Ya da, ya da, ‘Ali’nin külahı Veli’ye, Veli’nin külahı Ali’ye, ‘kariyer hesabıyla’ dün tükürdüğünü yalayıp geçmişini unutturmaya çalışma…
Ferhan Usta hiç eğilmedi, bükülmedi. Kendi doğrularıyla Donkişot gibi gibi yel değirmenleriyle çarpıştı ve yine yiğitçe onurlu biçimde bu dünyadan göçtü.
Umalım da , biz de onun onurlu yaşamı gibi ömrümüzü onurlu biçimde bitirelim…
Neyse, dağılmayalım bu denli, benli…
Ferhan Usta ilk gördüğünde ‘Uzun Ömer’ adını taktı bana…
‘Uzun Ömer’i darılttık mı?’
1999 yılının son aylarında Kuzey Amerika turnesi kapsamında Montreal’e gelen Ferhan Şensoy, o dönem etkinlikte bulunan Turquebec Kültür ve Dostluk Derneği’nin etkinlikleri çerçevesinde Ferhangi Şeyler’in 1350. oyununu oynayacaktı.
Bazı gazete ve televizyon yayınları için örgütlemede bulunurken, Montreal’e varışında bir akşam da topluca yemek yeme olanağımız oldu. Ferhan Usta, o zamanki eşi, yine ünlü bir oyuncu olan Derya Baykal ve o dönemde 10 ve 9 yaşlarında olan kızlar, Müjgân Ferhan ile Neriman Derya hep birlikte konuk olmuşlardı.
Öyle bir döneme gelmişti ki, tam gazetenin yayınlanma günleriydi.
Lokantada beni görür görmez, ‘Ooo! Uzun Ömer!’ diyerek ad taktı. Ve gece boyunca sohbetimizde adım artık Uzun Ömer olmuştu.
Uzun Ömer 1922 – 1960 yılları arasında yaşamış, İstanbul Galata Köprüsü altında piyango satan ve o dönemde 2.25 metrelik boyuyla dünyanın en uzun boylu insanı diye ün yapmış bir kişiydi.
Anlaşılan Ferhan Şensoy Uzun Ömer’e gönderme yaparak, ben de ufak tefek olduğumdan, bir ‘tersinme*’ ile şakalaşmak istemişti.
Sonrasında hep birlikte Télé-Québec Televizyonu’ndaki Sophie Durocher’nin izlencesine katıldık. Sophie Durocher Ferhan Şensoy’a Fransa’yı, ünlü Kebekli sinema ve tiyatro oyuncusu Monique Mercure ile tanışmasını ve Montreal günlerini sordu.
1970’lerde Montreal’de yaşayan Ferhan Şensoy, Fransızca ‘Ce fou de Gogol / Şu Gogol Delisi’ oyununu yazdı, Kebek’in ünlü oyuncusu Monique Mercure oynadı. Monique Mercure bu oyunuyla 1975 yılında yılın En İyi Oyuncu Ödülü’nü alırken, Ferhan Şensoy da yılın En İyi Yabancı Yazar Ödülü’nü aldı. Bunun ardından Ferhan Şensoy ‘Harem qui rit (Gülen Harem) oyununu yazdı ve Théâtre de Quat’Sous’da (Dört Kuruşluk Tiyatro demektir.) oynadı. Geçen yıl sanal dünyada yapmış olduğu bir söyleşiden öğreniyoruz ki, 1999 yılındaki gelişinde Monique Mercure’ü görmeye gitmişler, ancak Monique Mercure kendilerini kabul etmemiş, görmek istememiş. Monique Mercure’ü geçen yıl yitirdik.
Oyun ertesi akşamdı. Ancak öylesine yoğun bir dönemimdi ki, 10 bin kilometre uzaktan gelmiş Ferhan Şensoy’un Montreal’deki Ferhangi Şeyler’ine gidemedim. İçim gidiyordu ancak, gazete de ertesi gün kesinlikle yayınlanmalıydı.
O akşam Ferhan Usta, benim orada olmadığımı fark ettiğinde üzülmüş, çevresine ‘yav, acaba ‘Uzun Ömer’ diyerek çocuğu darılttık mı’ diye sormuş.
Yok, darılmamıştım, ancak ille de o akşam gazete baskıya verilmeliydi ve ben harıl harıl çalışmak durumundaydım.
Birkaç ay sonra İstanbul’a gittiğimde çok sıcak karşıladı beni, ‘gerçekten seni üzdüğümü düşündüm’ dedi. Elbette üzülmediğimi ve o akşam oyuna gelemeyişimin gerekçelerini anlattım.
Uzun uzun sohbet ettik, o sıralarda oynanmakta olan Fişne Pahçesu ve Derya Baykal’ın tek kişilik oyunu ‘Şu Anda Mutfaktayım’dan konuştuk.
Sonrasında ilişkiyi kesmedik ve kitaplarından alıntılar yapmamıza, o dönemdeki özellikle ‘Falınızda Rönesans Var’ adlı kitabındaki yazılarının birer köşe yazısı biçiminde Bizim Anadolu’da yayınlanmasına izin verdi.
Ayrıca dostum Nicole Gagnon’u tanıttım kendisine ve Nicole, Ferhan Ustanın izniyle ‘İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You’ adlı kitabını Fransızca’ya çevirdi. Kitap beş yıl boyunca Bizim Anadolu’da bölüm bölüm yayınlandı. Nicole başka bazı kısa öykülerini de Fransızcaya çevirdi ve bunlar o zaman yine Ferhan Ustanın oluruyla Bizim Anadolu’da yayınlandı. Her sayıdan birer örneği de kendisine gönderiyorduk. Oldukça göneniyordu.
Çeviride bazı önermelerde bulunurken, Nicole’un uyarıları üzerine bana şunu yazdı:
To: Omer Ozen <o.ozen@moncourrier.com>
Sujet: Re: Bir an önce yanit verirsen sevinirim
De: ferhan sensoy <fsensoy@yahoo.com>
Date: Vendredi, 14 Sep 2001 4:54:52 AM -0700 (PDT)
Sevgili Ömer,
Nicole’den mesaj geldi. Benim düşündüğüm ismin
fransızcada bir hata gibi görüneceğini söylüyor,
sonuç olarak haklı, biz renkli-türkçe düşünüyoruz,
türkçeyle oynadığım gibi fransızcayla oynamaya
hakkım yok.
İsmi değiştirmeye gerek yok. Üstelik çeviri
oldukça başarılı. Bana da e-maillerseniz memnun
olurum.
Ancak üstünde düzeltmeler yapmak da hakkım değil.
Nicole, okuyan fransızın algılamasını göz önünde
bulundurarak çeviriyor, burada son söz onundur.
Teşekkürler, sevgiler.
Ferhan
Ferhan Şensoy’un oyunları birer köşe yazısıydı
Kendisine ya Ferhan Baba ya da Ferhan Usta diye seslenirdim.
Elbette her oyun yazarı bir oyun yazdığında söylemek istediği şeyleri toplumla paylaşmak için ve bir düşünce üretmek için yazar. O oyun ya da öyküyle toplum yaşamından örnekler verirken söylemek istediklerini de oyunun şurasında burasında belirtir. Bunun yanında o oyunu sahneye koyan yönetmen de o oyundan algıladığı biçimi, başka bir deyişle kendi yorumunu katar. Zaten o nedenle bazan yazarla yönetmen arasında anlaşmazlıklar olur. Ferhan Usta, kendi yazıp kendi oynarken, konuyu Fransızca ‘chronique’, Türkçede eskiden ‘fıkra’, bugün ise ‘köşe yazısı’ denilen biçimde bir düşünce yazısı gibi ele alırdı.
Her zaman, topluma söyleyecek bir sözü vardı. Çağının sorumluluğuyla topluma hep bir şeyler vermeye çalıştı. Bir eğitmendi. Toplum değerlerine önem verirken, yozlaşmaya karşı duruşundan da hiçbir zaman ödün vermedi.
Film Şenliğine gelemedi
Düzenlemekte olduğumuz Montreal Türk Filmleri Şenliği’ne ‘Pardon’ filmiyle konuk etmek istemiştim kendisini. Şenlik, başından beri parasal sıkıntılarla devam ettiği için o yıl da gereken destek son anda çıkmıştı. Hemen telefona sarılmış Ferhan Ustaya ulaşmıştım. Ancak çok geçti.
‘Uzun Ömer, gerçekten çok isterdim gelmeyi, sizleri yeniden görmeyi. Ancak öyle bir dönem ki, bir yandan provalar ve ardından çıkmamız gereken turneler var. N’olur bağışla beni’ dedi. Böyle de kalender biriydi.
‘Bu çocuk oyuna gelmedi ki!..’
Hadi bir şeyi daha yazayım tarihe bir kayıt düşmek açısından. Benim için bir anlamda utanç, ama o denli de tatlı bir anıdır.
Montreal’de sergilemiş olduğu Ferhangi Şeyler’in 1350. oyununu görmeye gidememiştim ancak, bir sonraki sayıda kapsamlı bir yazı yazmıştım oyuna ilişkin.
Ferhan Usta gazete eline geçtiğinde çok şaşırmış, ‘iyi ama bu çocuk oyuna gelmedi ki, nasıl bu denli güzel bir yazı kaleme almış’ demiş.
Kendisini görmeye gittiğimde bu işin sırrını sordu, ‘aynen görmüş gibi yazmışsın’ dedi.
İşin sırrı şuydu ki, ben oyunu Kanada’ya gelmeden önce, 1980’lerde İstanbul’da izlemiştim. Ayrıca oyunun ses kasetleri vardı bende. Ferhan Ustanın her oyunda mutlaka günün koşullarına göre güncelleme yaptığını bildiğim için o akşam oyunu izleyen sağlam dostlardan o eklemeleri de edinmiş, yazımı ona göre yazmıştım…
Ferhan Usta, ‘şapka çıkarıyorum sana Uzun Ömer’ demiş, beni onurlandırmıştı.
Ferhan Usta dolu dolu yazarak, oynayarak üretti, dolu dolu yaşadı ve bu dünyaya koca bir çivi çakarak sonsuzluğa uçtu. Umudum öğrencilerinin onun kaldığı yerden kalıtını en iyi biçimde yaşatmalarıdır.
Ferhan Ustayı şimdi yeniden keşfetme zamanıdır; bana armağan ettiği kitaplarına boğulacağım.
Hadi meyhaneye Ferhan Baba, sohbete kaldığımız yerden devam edelim…
Bedensel olarak artık yoksan da, düşünsel olarak hep bizi aydınlatmayı sürdüreceksin. İyi ki bu dünyaya geldin ve bizi varsıllaştırdın…
Selam olsun sana!..
Uzun Ömer
* tersinme: Ters teşbih, ironi.
Ömer F. Özen / Gözleyi, gözleyi… / Bizim Anadolu / 07 Eylül 2021
İlk yorum yapan siz olun